ÜMİT ÖZDEMİR / 30 Ocak 2021
Yönetmen: Ettore Scola
Oyuncular: Marcello Mastroianni, Sophia Loren, John Vernon
İtalya’da bir gün… İkinci Dünya Savaşı’na doğru çok çocuklu bir kadın eşini ve çocuklarını faşist bir gösteriye uğurlar. Almanya’nın Führer’i Hitler, İtalya’nın Duçe’si Mussolini’yi Roma’da ziyaret edecektir. Bütün aile, anne hariç, faşist gösteriye katılmak için evden çıkar.
Evin dışında bir yaşamı olmayan, üzerine sadece annelik rolü yüklenen kadın karakter Antoinetta (Sophia Loren) radyodaki spikerlik işinden rejime sadakatsizliği yüzünden atılmış olan aydın Gabriele (Marcello Mastroianni) Antoinetta’nın evindeki kuşun, Gabriele’nin dairesine kaçmasıyla tanışırlar. O ana kadar bir komşusu olduğunu bilmeyen bu iki insan gün boyunca arkadaşlık, ahbaplık ederler. Scola filminin dramatik yapısını, dışardaki korkunç hayatın, dünya savaşını kışkırtan iki faşist çılgının büyülediği histerik kalabalıkların aksine, birbirlerine sığınan iki insanın naif arkadaşlığını merkeze alarak kurar.
Antoinetta’nın ne kadar yalnız ve kıstırılmış bir hayat sürdüğünü evin kalabalığı gittikten sonra gösteren yönetmen Ettore Scola, faşizmin günlük hayatları neye benzettiğini de izler kitleye aktarır. Gabriele, bütün dışarda olan bitene rağmen rumba dansı yapabilecek kadar neşeli biridir. Scola, Gabriele’yi kitapları ve ses kayıtlarıyla entelektüel birikimini gösterir… O her yalnız insan gibi bir arkadaş edinmenin derdindedir. Bu iki dışlanmışın beklenmedik buluşmasına radyodan yükselen faşist, hamaset yüklü propaganda sesleri eşlik eder. Ettore Scola, Özel Bir Gün’de radyo yoluyla, dış bir efekt etkisi yaratarak dışarıdaki kötülüğü evin içine yansıtır. Böylece radyo ve iletişim aygıtlarının faşist bir toplumda nasıl ilkel birer aygıta dönüşebileceğini gösterir.
Filmin ilerleyen sahnelerinde Antoinetta’nın aslında bir eşcinsel ve anti-faşist olması nedeniyle işinden olan Gabriele ile yakınlaşmasını izleriz. Bu yakınlaşma daha çok içinde cinselliğin olmadığı, duygu düzeyinde bir yakınlaşmadır. Filmin en can alıcı sahnelerinden birinde Gabriele Antoinetta’ya evinde bulduğu bir albümde Mussolini’nin “Kadının ruhu ve bedeni tamamen uyumsuzdur ve bir şekilde erkeklere aittir” sözleri hakkında ne düşündüğünü sorar. “Tarih kitaplarını yazanların hep erkekler” olduğunu söyleyen Antoinetta, “Tek Sorun başka kimseye yer bırakmamaları, en çok kadınlara” sözlerine ekler.
Filmde dramatik çatışmanın zirvesini oluşturan bu diyalog, elbette verili düzene biat etmiş, yaşadığı hayatı bir gün bile sorgulamamış bir kadının düşünce dünyasında yeni bir altüst oluşun habercisi gibidir. Antoinetta artık yeni bir durumla karşı karşıyadır. Muhalif komşusu onda değişimi kışkırtmıştır. Böylece Scola’nın filmi, Antoinetta vasıtasıyla dünyadan habersiz cahil bir kadın tiplemesinin usulca dönüşmesini ve bir insanda kendini tanımasıyla bambaşka bir atmosfere bürünür. Bu durum, filmin hümanist anlatı tarzıyla uyumludur.
Ettore Scola, iki komşu arasında yaşanan yakınlaşmanın duygu yüklü gerilimini, yalnız ve kıstırılmış bireylere bakarak anlatırken; bugüne kadar sinemada pek de üzerinde durulmamış bir meseleyi tartışmaya açar: Faşizm karşısında bireyin psikolojisi nedir ? Sürüleşmenin dışında ve ötesinde muhtelif nedenlerden dolayı rejime biat etmemiş, uyum göstermemiş bu yüzden dışlanmış birey, biat etmiş bir başkasıyla karşılaşınca nasıl bir dönüşüm yaşar ? Bu dönüşüm günlük hayatlarını nasıl etkiler ? Politik ve gerçekçi yönetmenlerin pek de ilgisini çekmediği bu yaklaşım, insanı merkeze koyan, bireyin çürümüş bir toplumda bile istek ve arzuları olabileceğini gözler önüne seren bir yaklaşımdır. Yönetmen Ettore Scola bunu yaparken, bütün gerçekçi yazar ve yönetmenler gibi insanın gücünü değil, güçsüzlüğünü ve güçsüzlüğünün sınırlarını gösterir. Filmin naif dili ve yönetmenin tek mekânda geçmesine rağmen usta kurgusuyla birleşen anlatısı, Özel Bir Gün’ü benzerlerinden ayıran başlıca özelliği…
İtalyan yeni gerçekçi sinemasında da eserler sunan Scola, bir dönem yeşeren umutların nasıl düş kırıklığına döndüğünü anlatan C’eravamo tanto Amati (Birbirimizi Öyle Sevdik ki) filmindeki gibi melodram örneklerinden biri olan Özel Bir Gün ve benzer bir anlatıyla ilerleyen bu yönüyle Splendor ile benzeşim kurar. Splendor’da sahibi olduğun sinema salonunu Alışveriş Merkezi olmaması için direnen bir sinema sahibinin öyküsünü anlatır. Splendor’da da öykünün merkezinde yine bir kaybeden, küçük insan vardır. Kapitalizm geliştikçe düne kadar yaygın bir eğlence ve kültürlenme mekânı olan sinema salonları da tehdit altına girer. Ülkemizde de bir benzerini Emek Sineması yıkılırken yaşadığımız bu olgu sinemada ilke kez Ettore Scola tarafından dile getirilir. Scola bir dönem İtalyan yeni gerçekçi sinemasını merkezine alan filmler yapmakla birlikte, bu akım sona erdikten sonra da yine insan merkezli hümanist anlatı tarzını devam ettiren yönetmenlerdendir. Scola’yı Türkiye sinema izleyicisine tanıtmayı amaçlayan yazım, yönetmenin filmografisini içeren bir wikipedia linki ile sona ersin.