Salih Zeki Tombak / 30.01.2021
Korona salgınına karşı, AKP iktidarının verdiği mücadele 1. Körfez savaşı günlerine benziyor. 1990 yılının Ağustos’unda Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan savaşı, CNN baştan sona naklen yayınlamıştı.
Naklen ama gecenin karanlığında zaman zaman ani aydınlanmalar ve patlama seslerinden ve muhabirin konuşmalarının İbaret bir gösteriydi. Tertemiz bir savaştı: Ne ceset, ne yıkım, ne yağma görüyorduk.
Korona günleri başladı, televizyonlarda gece gündüz devam eden açık oturumlar, uzman görüşleri, tartışma programları, Bakan açıklamaları var. Ama hastane içini görmüyoruz. Cenaze görmüyoruz, mezarlık görmüyoruz. Hastane içinden sağlık personelinin kendi arasında yaptığı bir toplantının kaydı sosyal medyaya düştü; orada konuşan personeli pişman ettiler.
Daha önemlisi, dünya sanki “ol” denildi ve 11 Mart ‘ta yoktan var oldu. Öncesine dair bütün gündem maddeleri bir anda buharlaştı.
Şubat sonunda İdlib’de çok sayıda asker hayatını kaybetmemiş, Erdoğan 5 Mart’ta Putin ile görüşmek üzere Moskova’ya gitmemiş gibi oldu.
Ve Türkiye ekonomisinin salgından çok önce içine girdiği ve giderek derinleşen bir kriz içinde olduğu gerçeği gündemden düştü.
Diğer taraftan salgının gündemimize girmesiyle birlikte binlerce işyerinin işçi çıkardığı; milyonlarca işsize milyonların eklendiği; İşsizlik fonunun 131 milyar lirasının kasaya “borcumuz borç” yazılı kağıtlar bırakılarak soyulduğu gündem olamadı.
EKONOMİ DUVARA TOSLADI
Ekonomik duruma dair kiminle özet bilgiler paylaşsam, “içimizi kararttın” tepkisiyle karşılaşıyorum. Sizin de içiniz biraz kararacaktır; ama önümüzdeki çıkış imkanlarını ve yollarını konuşabilmek için bunu göze alalım.
– TBMM’de onaylanmış bir bütçemiz var. Devletin tahmini gelirleri ve giderleri orada madde madde yazılı. Gelirler vergilerden oluşuyor. Geçen yıl salgın yoktu. Hükümetin harcamalarına vergi gelirleri yetmeyince, İşsizlik Fonunun içi boşaltıldı; Merkez Bankası’nın “Yedek Akçesi” bütçeye aktarıldı; Vergi Barışı ve Bedelli Askerlik gibi bir defaya mahsus gelirler elde edildi ve elde kalan son bir iki kamu malı satıldı. Sonuçta bu yamalara rağmen, 100 milyara yakın bir bütçe açığı verildi.
– Bu senenin bütçesinde “yedek akçe” dahil bir defaya mahsus gelir kalemlerinin hiçbirisi yok. Salgın nedeniyle tamamen kapanan veya faaliyeti durdurulan veya faaliyetini kendisi durduran/daraltan on binlerce her ölçekten firma ve işletme var. Bu vergi mükelleflerinden bu yıl vergi gelmeyecek.
Bütçenin en büyük vergi gelirleri ücretlilerden kesilen “gelir vergisi”. Milyonlarca işçi, mevcut işsizler ordusuna katıldı. Oradan vergi gelmeyecek.
– İşini kaybettiği için gelirini kaybeden ücretliler; kayıt dışı çalıştığı için salgınla birlikte işini kaybetse de istatistiklere girmeyen emekçiler, tarım işçileri, günlük işlerde çalışan mülteciler ve mevcut işsizler; gelirleri olmadığı için asgari düzeyde de olsa temel ihtiyaçlarını bile karşılayacak durumda değiller. Dolayısıyla alış veriş yapsalardı ödeyecekleri KDV ve ÖTV vergileri bütçeye katkı olmayacak.
– Hükümetin bu yoksunluğa verdiği cevaplardan birincisi, listeleri AKP ve MHP örgütleri tarafından hazırlanmak koşuluyla 2 milyon civarında aileye, bir defaya mahsus, 1000 tl yardım. Maliye Bakanı sonradan bu rakamı 4 milyon aile olarak değiştirmiş olsa da uygulamalarda şeffaflık sözkonusu olmadığından daha önce açıklanmış olan sayıya itibar etmek yerinde olur.
İkinci bir “destek”, Kamu bankalarının dağıttığı tüketim ve destek kredileridir.
Üçüncü tedbir ise Merkez Bankasının Nisan içinde bastığı 55 milyar liradan, sadece 5 Milyar TL’sı, İşsizlik Fonu hesabına aktarılarak, hükümet tarafından yerine borç tahvili konularak kullanılmış 131 milyar liralık birikimin küçük bir bölümü iade edilmiştir. Böylece işsizlere buradan bir ödeme yapılması mümkün hale gelmiştir.
Yoksul ve işsizlerin devletten görüp göreceği rahmet budur. Bu kadarcık gelirin ve borcun yaratacağı talep bütçede açılmış büyük deliği kapatmaktan çok uzaktır.
– Bu nedenle iktidar binlerce ithal ürüne yeni vergiler koymakta veya var olan vergilerinin oranlarını yükseltmektedir. Kısacası vergilere vergi eklenmektedir.
– Ve Merkez Bankası hızla para basmaktadır. Basılan miktar şimdilik 55 milyar liradır. Bu para hanelere temel gelir olarak verilseydi talep açığı bir ölçüde kapanır ve bu paralar gıda ve temizlik başta olmak üzere hızla talebe dönüşeceğinden KDV ve ÖTV olarak hazineye geri dönecekti. Ancak iktidarın tercihleri halkın ihtiyaçlarını karşılamak değil; firmaların ve özellikle büyük firmaların ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bu amaçla basılan para kamu bankaları aracılığıyla yandaş firmalara dağıtılmakta ve önemli bölümü dövize yönelmektedir.
– Bütçe gelirleri hızla düşerken, harcama kalemlerinde tasarruf etme, bu amaçla bütçeyi gözden geçirme niyeti sözkonusu değildir.
BÜTÜN RAHİPLERİ GÖNDERSEK BİLE
Rahip Bronson krizini hatırlıyorsunuz. Dolar 7.20 tl. olunca, “Bu can bu tende oldukça o rahip bir yere gidemez” diyen Tek Adam; Rahibi , duruşması yapılmadan saatler önce ABD’den gelip İstanbul’da hava alanına inmiş özel uçağa yetiştirdi. Sonra kur 5,30 mertebesine kadar gevşedi.
İktidar o gün bugündür, dolar kuru 6 lira olmasın, 6.80 olmasın diye Şubat ayı sonuna kadar, rezervinin 52 milyar dolarını Kamu bankaları üzerinden piyasaya saçtı
Salgınla birlikte Amerikan Merkez Bankası devasa parasal genişleme uygulasa da, dolar gelişmekte olan ülke paralarına karşı değer kazanmaya devam ediyor. TL’nin değer kaybı sadece doların değer kazanmasından kaynaklanmıyor. Piyasaya bu kadar döviz verildiği halde yaşanan düşüşün “yerli ve milli” bir sebebi var.
Türkiye’nin yeni rejimi ve uygulanan ekonomi politikaları ne yabancı yatırımcılara, ne yerli yatırımcılara güven veriyor. Kredi Derecelendirme Kuruluşlarının Türkiye’nin notunu “çöp” seviyesine indirmeleri yeni değil. Uzun süredir yerli-yabancı tasını tarağını toplayan Türkiye’den çıkıyor. Türkiye’den çıkmak demek, elindeki kağıtları veya firmayı vb dövize çevirmek ve dövizle beraber çıkmak demek.
Diğer taraftan iktidara güven kaybolunca tl’ye güven kayboluyor. Üstelik tl’nin faizi tamamen Erdoğan’ın “engin ekonomi bilgisi” yüzünden, enflasyon düşsün diye indirile indirile reel olarak, enflasyon karşısında eksiye inmiş bulunduğundan herkes tl’den kaçıyor. Bu nedenlerle sadece firmalar değil, şahıslar da birikimlerini döviz hesaplarına yatırmaya yöneldiler ve bankalardaki döviz hesaplarının tutarı 200 milyar dolar seviyesini aştı.
Tabii bu bankalarda bu kadar döviz olduğu anlamına gelmiyor. Sonuçta hesaplar birer dijital işlem.
Erdoğan’ın Tekalif-i Milliye konuşmalarından sonra, bankalardan döviz çekerek “yastık altına” çekme eğilimi ortaya çıktı. En az 20 milyar dolar para ev kasalarına veya yastık altına indi.
Salgın şartlarında bütün dünyada “nakit kraldır” eğilimi geliştiğinden ve döviz hesaplarına el konulabileceği söylentileri yaygınlık kazandığından; Türkiye’de dövizin bankacılık sisteminden kaçışı hızlanacaktır. Şu anda yurtdışına transferlere bazı kısıtlamalar getirildi. Keza bankaların yurt dışı işlem limiti öz varlıklarının %1’i ile sınırlandı.
Bankaların swap limitleri de önce %50’den %25’e: sonra %10’a ve nihayet bu kararla %1’e çekildi. Bu kısıtlamalar son bir yılda oldu.
Bu ve benzeri kısıtlamalar güvensizliği büyütmeye devam ediyor.
Hatırlayalım, Yunanistan bankalardan günlük döviz çekmeyi 100 dolar ile sınırlamıştı. Herkesin zihninde bu uygulama alarm işareti gibi canlılığını koruyor.
– Kamu ve özel sektör firmalarının toplam döviz borcu 450 milyar dolara yakın. Bunun 174 milyar doları, bu yıl vadesi dolan borçlar. 20 milyara yakın bir miktar Nisan-Mayıs aylarında ödenecek.
– Bu tablo içinde Türkiye Kuzey Irak’da büyük askeri operasyonlar yürütüyor. Suriye’de TSK’nın mevcut olduğu her bölgede çatışmalar devam ediyor. İDLİB’de asker mevcudu 22 bine çıktı. Libya’da kara-deniz ve hava gücü ile savaşa girmenin eşiğindeyiz. Doğu Akdeniz’de gerilim sürüyor.
Ve dolar 7 tl sınırında. Merkez Bankası 7 liranın üstüne çıkmasın diye bir haftada 5 milyar doları piyasaya verdi. Gene de kurda 3-5 kuruşluk geçici gevşemeler elde edilebildi.
Bütün Rahipler ABD’ye gönderilse kur aşağıya inmeyecek.
FED VE İMF OLMUYOR “ELLER YUKARI” BANKALAR
Bütçe patlamış. Borç büyük. Masraflardan ve israftan kısmaya niyet yok. Savaşlar devam ediyor. Salgın da öyle.
Bu durumda iktidarın yeni kaynak bulması lazım.
İMF acil ve kolay kredi veriyor. Ayrıca Stand by anlaşması yapılırsa orta vadeli bir istikrar programı için çok büyük ve şu anda dünyada bulunabilecek en ucuz krediyi sağlıyor.
Ama İMF “defterleri getir” diyerek masaya oturuyor. 2001 ‘de İMF ile yapılan anlaşmanın maddelerinden birisi şeffaflık taahhüdü idi. Yani kredinin verilmesi için üzerinde anlaşılacak istikrar programını BİRLİKTE YÖNETMEK koşuluyla kesenin ağzı açılıyor. Erdoğan ise “paraları verin biz nereye harcayacağımıza kendimiz karar veririz” diyor. Şeffaflık asla söz konusu değil. Ayrıca onun paraları nerelere yığdığını, kimlerden kuruş esirgediğini biz de biliyoruz, dünya da biliyor.
Ayrıca İMF’nin %17 hissesi ABD’nin ve %85 hissedarın onaylamadığı bir kredi verilemiyor. ABD onayı şart.
Dolayısıyla İMF kapısı kapalı.
FED kapısına gidildi “takas-swap” yoluyla borçlanma talep edildi. S-400’ler konusunda erteleme değil, kesin bir iptal söz konusu olmadan ilerleme olması mümkün görünmüyor. Trump seçime giderken bu konuda net bir zafer kazanmak ister. FED’e teminat olarak gösterilebilecek , 2017’de 70 milyar dolara yaklaşan ABD Hazine tahvilleri, Rahip Bronson ve Hak Bankası krizi döneminde, “ABD belki el koyar korkusuyla” satıldığı için yeterli bir teminat yok.
iktidarın ekonomik ve finansal politikalarına kimsenin güveni yok ve “Erdoğan’ın şahsi Merkez Bankası” görünümündeki Merkez Bankası ile FED büyük miktarlı bir takas anlaşması yapmaz.
Ayrıca Batı dünyasından para talep eden iktidarın batı kamu oylarının rahatsızlık duyduğu bazı hukuksuzluk örnekleriyle ilgili adımlar atması da beklenir. Öyle 24 Nisan’da Ermeni vatandaşlara hitaben 3 tane ikircikli cümle kurmakla olmaz o işler. Osman Kavala, çok sayıda muhalif siyasetçi, gazeteci, avukat vb içeride hukuksuz olarak tutulurken de olmaz.
Dolayısıyla bu kapı da kapalı.
Katar’ın 5 milyar dolarlık ve ÇHC’nin 1 milyar dolarlık Swapp anlaşmaları Türkiye’nin dişinin kovuğuna gitmez. Londra tefecileri Erdoğan iktidarına %8 faizle borç veriyor. Karşılaştırmak için yazayım, İMF’den alınsaydı %1.25’i geçmezdi.
Bu durumda hükümet Özel bankalara kızıyor, tehdit ediyor ve ültimatom veriyor.
– Sizdeki dövizlere Merkez Bankasına getirin ve devlet tahvili satın alın.
– Yurtdışından borç bulun. Bana getirin devlet tahvili alın.
– Yurtdışında borçlanmakta kullandığınız teminatlarınızı (ABD tahvilleri vb) bozdurun, bana getirin. devlet tahvili alın.
– Vatandaşlar döviz hesabı açmak isterse, bunu zorlaştırın.
Fakat ilginç olan, Bankalar vatandaşların döviz hesaplarının teminatı olarak zaten “munzam karşılık”ları Merkez Bankasına vermiş. Bu teminatların tutarı Şubat sonu itibariyle 97 milyar dolar. Aynı tarihte Merkez Bankasının brüt rezervleri, 89 milyar dolara düşmüş. Bankaların teminatını bile iade edecek rezerv kalmamış. Sadece doların oynaklığını engellemek için ve bu hedefi de yakalayamayan zeka ve bilgi yoksunu müdahalerle iki yılda (Mart ve Nisan’dakileri de dahil edersek) 60 milyar doların üstünde bir rezerv elden çıkarılmış.
Bankacılık sistemine yapılan ikinci bir baskı ise kredi verilmesi yönündedir. Şu anda bankacılık sisteminin 450 milyar civarında batık kredi stoku var. “Yeniden yapılandırma” makyajıyla batmış kredilerin bilançoya “batık” olarak geçmesi geciktiriliyor. Bugünkü kredi furyasından da 150 milyar tutarında bir kredinin dönmeyeceği tahmin ediliyor. Zaten krediler çoğu çoktan batmış. piyasada söylendiği üzere “zombi” şirketlere veriliyor.
Kamu bankalarının kredileri dönmezse “görev zararı” yazılıyor ve hazine o zararı bankanın kasasına koyuyor. Özeller ise hem bu güvenceye sahip değiller ve hem de çoğu yabancı sermayeli olduğu için uluslararası hukuku da dikkate almak; hissedarlarının menfaatlerini riske etmemek zorundalar.
Fakat iktidarın böyle şeyleri dikkate alacak sağduyusu çoktan uçup gitti. Banka batırmadan rahat etmeyecekler.
SERTİFİKALI TURİZM VE HAYALİ İHRACAAT
Türkiye ekonomisine yabancı yatırımlar dışında iki kaynaktan döviz girişi oluyor.
Bunlardan birisi turizm. Kayıtlı/kayıt dışı, turizmden yaklaşık 50 milyar dolar girdi oluyor. Bu sene salgının hızla katlandığı Rusya’dan ve AB ülkelerinden turist beklemek hayal. Otellerimize ve tatil köylerine Sağlık Bakanlığı “temiz sertifikası versin” şeklindeki dünyadan habersiz cahil çözümlerine kimse umut bağlamasın. Bu sene turizm geliri yok.
İhracatımızın %70’e yakın bölümü AB ülkelerine. Sadece AB üyesi ülkeler değil, bütün ülkelerin ekonomileri ciddi bir daralma yaşayacak. Bu şartlar altında Erdoğan Türkiye işçi sınıfını “nasıl olsa yedeği var” anlayışıyla salgının en şiddetli yayıldığı dönemde fabrikalara soksa da, üretim ihracatı garanti etmiyor. Kaldı ki, Türkiye sanayinin ihraç ürünlerinde ciddi bir ithal girdisi var. Kurun bu kadar yukarı gittiği bir ortamda bu girdilerin tedarik edilmesi zor. Üretilenin satılması daha zor.
Dolayısıyla iktidarın her iki alanda da gerçeklikten uzak hesaplarla, ömrünü uzatma hayali boştur.
Mevcut rejim ve iktidar devam ettikçe ülkenin sıkıntıları büyüyecek ve içinden çıkılmaz hale gelecektir.
SİSTEM İÇİNDE KALARAK KRİZDEN ÇIKMAK MÜMKÜN MÜDÜR?
sistem içinde kalarak gerçekleşecek her çözüm, krize yol açan borçların, yanlış politikaların, yolsuzluk, hırsızlık ve israfın emekçi sınıflara ödetilmesidir. Bunun için çalışan sınıfların bu bedelleri ödemeye ikna edilmesi gerekir. Bu da otoriter bir rejimdir, açlık ve yoksulluk sınırları arasına sıkışmış bir gelecektir.
Gene de bu programı uygulayacak olan iktidarın yeni borçlar bulması ve bu borçları alacağı kurumlar açısından güvenilir olması gerekir.
Aynı zamanda. hukukun, piyasalara güven vermesi şarttır. Toplumun bir istikrar programı için rızasının alınması bakımından siyasi gerilimlerin azaltılması, bazı adaletsizliklerin giderilmesi gerekir.
İsrafın, yolsuzlukların sınırlanması, yabancı yatırımcı için şartların hazırlanması zorunludur,
Ancak bu defaki kriz milyonlarca işsizin mutlak açlık şartlarına terk edildiği bir krizdir. Bu kadar insanı kaderine ter keden bir siyasi yapının kendi içinden, büyük toplumsal tepkileri hesaba katmadan alternatifler, hele kalıcı alternatifler çıkarabilmesi imkansız değilse de çok zordur.
HALKIN ÇÖZÜM ORTAĞI OLMADIĞI HER ÇÖZÜM GEÇİCİDİR.
Ekonomik kriz ve salgın koşullarında, Saray rejiminin bir yandan halkı kaderine terkeden politikalar izlerken; bir yandan da krizi ülke için değil, kendileri için fırsata çevirme eylemlerine tanık olduk. HDP Belediyelerine kayyım atamalar hız kazandı. Muhalefet belediyelerinin halka salgın şartlarında ekmek , yemek ve erzak desteği sağlama çabalarına bile tahammülsüzlük gösterildi. Dahası CHP’li belediyeler de terörist ilan etmekle tehdit edildi.
Bu şartlar altında Saray rejimiyle uzlaşma arayan; alttan alarak, krizi birlikte omuzlayalım çağrıları yapan çıkış arayışları halkın ve ülkenin yaşadığı şartları sadece ağırlaştırılır.
Şimdi yapılması gereken bütün muhalefet güçlerinin safları sıkılaştırmasıdır. Bunun için öncelikle sosyalist, sol muhalefet, dayanışma ağları ve halkın zor zamanında yanında olma anlayışı temelinde her düzeyde birleşmenin imkanlarını araması, yaratmasıdır.
CHP’l belediyelerin iktidarın saldırıları karşısında savunmaya çekilmek ve soldan uzak durmak yerine; katılımcı yerel yönetim anlayışıyla, halk örgütlerine, dayanışma ağlarına, mahalle meclislerine kendisini açmasıdır.
Ve gücün sadece halkta olduğundan şüphe etmeden; iktidara karşı halkın gücünü öne çıkararak; yegane meşruiyet kaynağının halkın rızası olduğunun altını çizerek siyaset yapılmalıdır. Ve bu defa halkın sadece rızasını almak yetmez. Halkın iktidarın en azından doğrudan bir parçası olması zorunludur.
Bu arada birlikte bir KRİZDEN ÇIKIŞ VE İKTİDAR PROGRAMI üretilmelidir.
Bu yazı bu programa bir kaç öneri ile katkıda bulunsun:
-
Müşteri garantili bütün sözleşmeler iptal edilmelidir.
-
İktidar sahiplerinin ve yandaşlarının haksız servetlerine el konulmalıdır.
-
Bu şahıs ve firmaların yurtdışına kaçırdıkları servetleri. KENDİLERİ İKNA EDİLEREK ve paranın izi takip edilerek geri getirilmelidir.
-
Yöneticilerin lüks ve israfı halka karşı işlenmiş suç sayılmalıdır.
-
Bütün özelleştirmeler yeniden gözden geçirilmeli, stratejik olarak kamuda kalması gereken işletmeler, geçen yılların karlarıyla ve rant gelirleriyle mahsuplaştırılarak kamulaştırılmalıdır.
-
Bütün muhalif tutuklu ve hükümlüler derhal serbest bırakılmalıdır.
-
Kayyımlara işten el çektirilmeli; bütün iş ve işlemleri incelemeye alınmalı, usulsüzlük ve yolsuzlukları yargıya taşınmalıdır.
-
KHK’ların tümü bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmalı
-
İktidarın halka karşı işlediği her suç, yolsuzluk, zorbalık vb. yargıya taşınmalıdır..
Diğer maddeleri beraber yazarız. Ama ne yazarsak yazalım, toplumun ezici çoğunluğunu ve adaleti merkeze alan ve hem sözünü söylemede, hem uygulamada zerre kararsızlık göstermeyen birleşik bir halk hareketi krizden kalıcı bir çözümle çıkabilir. Başka hiç kimse değil.
Yazarımızın daha önce yayınladığımız yazıları
Erdoğan’ın İktisadi Dehasının Sınav haftası / 30.01.2021
İktidarın El Değiştirmesi Üzerine Senaryolar / 30.01.2021
Uyanmasın Diye Kendisine Savaş Açılan Toplum / 30.01.2021
“Artık Geri Çekilmek Yok” Rejimin İdlib İle İmtihanı / 30.01.2021